DEVRİM HORLU’NUN “GÖLGELER ÇÜRÜRKEN”İ




DEVRİM HORLU’NUN “GÖLGELER ÇÜRÜRKEN”İ
Çağdaş şiirin “benlik” merkezi, şiirin yüzeysel yapısında değil derin yapısında bulunur. İmgeler, simgeler, göndermeler, sezdirmeler ve çağrışımların tamamını içine alan derin yapı, şiirin çözümlenmesinde şiire dair ipuçları veren önemli bir işleve sahiptir. Kelimeler bu noktada taşıdıkları anlamlar, etimolojileri, kullanım biçimleri ile bu çözümlemeye önemli bir katkı sağlar.  Şairin kendini merkeze alarak inşa ettiği kimlik çoğu zaman kuşağı ile paralellik gösterir, başka bir deyişle çağdaş şiirin izlekleri- mekanları hemen hemen birçok şairde birebir aynıdır. Bu benzerlikten şairi kurtaracak olan şey; kendi imge kurma kabiliyeti, anlatış biçimi, nesnelere yaklaşımı, özgünlüğüdür. Hüseyin Cöntürk Bir şairin dünya görüşü olmayabilir fakat kendisine ait bir dünyası olması zorunludur.” derken şairin özgünlüğünün kendisine kurduğu bu “özel” dünya içinden çıkabileceğini anlatır.
1988 doğumlu şair Devrim Horlu’nun 2017 Yaşan Nabi Nayır Şiir ödülünü kazanan, Varlık Yayınlarınca basılan ilk kitabı “Gölgeler Çürürken” yukarıda bahsettiğimiz gibi akranı şairlerle ortaklaştığı tema-izlek- mekânları kendi özgünlüğü içinde yeniden kurar.
Kitabın ismi şiirin temasına ilişkin ipuçlarını verir. Gölge, kelime anlamı olarak “Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık” ve “Güneş ışınlarından korunacak yerdir. Jung psikolojisine göreyse; gölge insanın karanlık yüzünü ifade ederken, insanın içsel yolculuğuna başlayacağı yerdir. Kişinin gölgesi ile yüzleşmesini de “cesaretin ilk adımı” diye niteler. Çürüme ise “kimyasal değişikliğe uğrama, bozulma”, “vurulma ve sıkışma yüzünden oluşan morluk”, “temelsiz ve dayanıksız kalmak” olarak çeşitli anlamlarda düşünülebilir. Bu noktada kitabın isminin aslında şairin kurmaya çalıştığı ben merkezinin de bir izdüşümü olduğu düşünülebilir. Bunun yanında gölgenin insanı ürküten, korkutan, gizli olana dair bir çağrışımı da vardır. O halde Gölgeler Çürürken hem şairin kendisi ile yüzleşmesi hem de ondan gizlenen, korkutan, ürküten şeylerin artık çürümeye başladığı duygusunu uyandırır. Nitekim Taşların Ritmi şiirinde “bende herkesin bir yarası vardır” diyen şair şiirin ilerleyen dizelerinde “nar gibi kırılır,/ bin parça olur çoğalır kalbim” diyerek kendini taşla bir tutarak gizindeki gölgelerin kalbini bin parçaya ayırdığını imler. “Dalgaların köpüren beyaz etine” uzanan taşlar sürekli hareket halindedir, bu hareket “damağında zehir zemberek bir yosun” ile boğulmak, durulmak, soğumak isteyen harekettir.  Hareket aslında yaşamın devam ettiği yeri de imler “Her şeye rağmen sabırla bekledim yine de/ Yosun tutmadım” dizelerinin derin yapısında kalan su ve yosun tutmama hali şiirlerde suyun değiştirme –arıtma-temizleme kavramına karşı çıktığı “bekleme” noktasında içsel bir değişikliğe yol açmadığının da öznesidir. Şair bizi bu noktada gölgeleri neticesinde yaşadığı “dünyaya” götürür.
Kitap boyunca “dünya” çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Mevsim İki Kere İki şiirinde “Bağcığına basıp/Tepetaklak olan bir dünyanın/Ah’ı var üzerimizde” dizelerinde dünyanın bir yere gitme isteği içinde olduğu fakat beceriksizliği neticesinde tepetaklak olduğu ifade edilirken artık dünyanın başlama noktasının daha gerisinde olduğu ifade eder. Sonu İyi Bitmeyen Başı Hiç Olmayan şiirinde ise: “Dünya da dönmeye devam etti/Dünya döndü/Döndü ve gitti” der şair. Dünya pis, güneş ısıtmasa çirkin, eti kanatan bir bıçak, üşüten ve yirmi dört saat kendi etrafında dönerek soğuyan yorgansız bir döşektir şair için. Dünyanın kötüye gidişi tamamlanmıştır. Kitapta şiirlerin birinin ismi de “Dünyaya En Yakın Gezegen” ismini taşır. Kitap boyunca şair dünya ile yaşadığı sıkıntıyı içselleştirmiş ve en sonunda dünyanın kendisinin uzağında ve aleyhinde dönerek uzaklaşmasının ardından tamamen dünyanın uzağına yerleşmiştir. Bu tavır şairin kitap bütününde hissedilen “ötekileşme” temasının da bir neticesidir. “Sahi ben!/bu kazdığım mezara,/ dünyayı gömemiyor muydum?”
Ötekileşme ya da öteki son yıllarda hem sosyolojik olarak hem de siyaset, edebiyatta önemli bir kavram olarak karşımıza çıkar. Çağdaş şair için ötekileşmek bulunmaz bir kumaş gibidir, toplum, aile, sevgili, düzen ile çatışmaların aktarılacağı bir kanal olarak kullanacaktır onu şair. Dünyanın dışına itilecek, sevgili tarafından terk edilecek, dışlanacak ve şiirindeki “ben” kavramını öteki kimliği ile yeniden inşa edecektir. “Polisler beni yakaladığında/Hurafelerle dolu akıllarıyla/ kızdıklarında bana yaşlı teyzeler” diyen şair bu hali açığa çıkarır. Şair suç işleyen, kanunlara karşı gelen bir görüntü çizerken, toplumun artık eskidiğini düşündüğü değer yargıları ile çatışan bir ötekinin de ötekisidir, o artık ötekileşmiş üst kimliği tarafından da öteye itilmiş, dışlanmıştır. “Bir çift laf söylemem için birkaç küfür öğret” dizeleriyle de bu uyumsuzluk hali göze çarpar. Hurafeler, yaşlı teyzeler, iki çift laf etmek için küfür etme isteği ele alındığında kitap boyunca birçok defa mekân olarak seçilen gecekondu, varoş ya da getto kavramı kendini ele verir.
Sanayileşme ile başlayan kırdan şehre göç sosyo-politik hem de sosyo-ekonomik bir konudur. Türkiye’nin gündemine özellikle 1970’li yıllar ile birlikte giren gecekondu kavramı, Türkiye’nin fırtınalı yıllarının, siyasi kamplaşmaların da odağında bulunur. Gecekondu; gelir düzeyi, kültür seviyesi, kent kültürüne karşı kırdan getirdiği feodal ahlak yapısını muhafaza etmesi ile kötücül bir anlamda kullanılsa da çoğu defa bir onay makamı özelliği ile de göze çarpar.  Geniş kitlelerin, farklı etnik, dinsel, siyasi kimliklerin bir araya getirerek oluşturduğu bu yeni kültür hem bir tehdit hem de düzenin sürekliliğinin öznesi haline gelmiştir. Gecekondu bugün birçok kavramı etkileyen, değiştiren bir yapı ve kimliğe bürünmüştür. Sınıfsal olarak birbirine yakın insanların oluşturduğu bu havza aynı zamanda sosyolojik olarak ötekileşmenin merkezi haline gelmiştir.  Devrim Horlu şiirlerinde mekân olarak gecekondu kendini hem romantik bir biçimde hem de gecekondulu olmanın bir gereği olarak övünç nesnesi halinde işlenmiştir. Öteki kavramının izdüşümlerinden birisi de öteki olmakla kurulan övgüsel bağlantıdır. “Beni yüksek rütbeli şehirleri/kuşatır gibi avucuna alıyorsun” dizelerinde şehirlerarası farklılıklar imlenirken bir kuşatma hali göze çarpar. Şair gecekonduludur. “Sabahları/menemen kokan/bu fakir sokaklardan geçip/Sana yakışmaya geliyorum” dizelerinde “fakir sofralar” ve sevgiliye “yakışmak” istenci sınıfsal farklılıkları ele verir. “Dağılan Pazar yerlerinde bırakılan/çürük elmayı”…”yakası kir bağlamış gömlek”…”Kaç defa maviye boyandığı/çoktan unutulmuş demir kapı” sınıfsal farklılıkların işlendiği diğer dizelerdir.  Şair yaşantısında kullandığı eşyalara kayıtsız kalamayan, onların kullanımları ile kendini özdeşleştiren, kader birliği eden kişidir aynı zamanda. Taşlar Ve Avlular kitabımda “hiçbir şeye benzemez bir eşyanın/ sahibine olan yatkınlığı” demiştim, Devrim bu dizelerimi haklı çıkarırcasına “Rutubetli kömürlüklerde unutulan/isi temizlenmemiş/ soba boruları gibi sahibimi beklediğimi/söyleyemedim” diyor. Yazın gelişi ile birlikte işlevsiz hale gelen soba borularının bir sonraki kışa kadar sahibi tarafından bir köşeye bırakılması ile paralel bir yaşantı biçimi kursa da yazın gelişini simgeleyen sobanın kaldırılışı onun kışının başlangıcı oluyor. “kış gelip de ayakların üşüyünce/ kalkmak için müsaade istiyor/ cümlelerin benden” diyerek kitap bütünlüğü içinde ayrılığı kış mevsimi ile ifade ediyor.  Duvarları yeni boyanmış/eski evlerin yanından geçtim bugün” diyen şair devamında “ayakkabılarım sürekli çamurlu/Ceketim gün boyu ıslak/Ellerim habire terli” dizeleriyle hem mekânsal olarak hem de sınıfsal durumunun altını çiziyor.
 Kitabın ilk sayfalarında İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış şiirleri izlek olarak bir aşk hikâyesinin ömrünün kodlanmış hali oluyor. İlkbaharla başlayan aşk, yaz mevsimi ile doruğa çıkarken şair burada “önümde saygı ile eğilen bir yaz/bana göre değil” dizeleri ile çatışmacı yönünü de ortaya koyuyor.  Sonbahar ile başlayan sorunlarla birlikte aşkın bitişi kış ile kitabın içerisinde sürekli tekrar edilerek veriliyor. Devrim Horlu şiirlerinin mekânsal geri planını oluşturan gecekondu da sürekli hareket halindeyken gözlemlediği diğer yaşamlar, Pazar yerleri, rugan ayakkabının sevinci, el arabaları, sürekli boyanan demir kapılar, elektrik direkleri, yoksul köy çocuklarının okula giderken her gün geçmek zorunda kaldığı eski köprü ve en çok da kendi değişmiyor. Bu değişmeme hali iyi yönlü bir sarmal halinde hem yaşadığı yerin insanlarının sınıfsal olarak değişmemesi, bunun sonucu olarak da değişmeyen sokak ve evlerin hali ifade edilirken diğer yönü ile kendi kışında sevgiliyi değişmeden bekleyen ruh halini ifşa ediyor. Şair ayrılık karşısında da kendini ötekileştiriyor “İçimde, babası ölünce, /Annesinin saçlarını örmediği/bir kız çocuğunun kırıklığı” dizelerinde sevgilinin “babasının öldüğü” “annesinin saçlarını örmediği” psikolojik olarak gecekondu ve feodal ahlakın erkeğin omuzlarına bıraktığı korumacı egemen anlayışın izleri sürülebilir. Şair sevgilisinin her şeyi en çok da ailesi, psikolojik olarak babasının yerine geçme isteğini bunu yapamamış olmanın getirdiği duygunun tesiri altında değişmeden beklemeye devam ediyor.
Kitapta şiirler birbirinden bağımsız olarak bir araya toplansa da imgeler, kavramlar, nesneler üzerinden tematik olarak birbirine bağlanıyor. Mekân, mevsimler, dünya, bekleme, taş, rüzgâr, kuş imgelerinin tematik bağlantının durakları olarak bilinçli bir şekilde kurgulandığı ve bu tekrarların kurgunun bir parçası olduğu göze çarpıyor.  Bu kurgunun bir parçası olarak şair kitabın sonuna doğru “çocuk” kimliğine tekrar dönüyor. Hem Çocuk şiirinde “Sen hep talihsizdin/Hep faka bastın çocuk” diyerek beninden sıyrılıp kendini tanrısal bir anlatı ile ortaya koyan şair Kalbimde Bir Diken Kökleniyor şiirinde anneye sesleniyor, Anneye geri dönme isteği psikolojik bir etkendir.  Çocuğun her zaman güvendiği bir yerdir anne kucağı ona tekrar dönme isteği de sahipsizliğin, terk edilmişliğin, kimsesizliğin yarattığı sarsıntı ile sığınacak bir liman arayışının ve oradan tekrar doğmanın istencidir.  “Bir acının üstünü örtmek için örmüştü beni annem”… “sen hep talihsizdin”…”…Tanrının beni bir gece evine giderken/bir köşeye kustuğunu” dizeleri de şairin zihninin geri planında var olan kadere sitem etmenin parçaları, bu çoğu zaman gecekondu yaşantısının da en önemli öğelerinden birisidir.
Devrim Horlu Gölgeler Çürürken’de kendi yaşantısının hem mekânsal hem de izleksel bütünlüğünü tematik olarak yansıtan bir görüntü çiziyor, benzetmeleri ile bunu destekleyip yüzeysel planda verdiği anlamı kurgu ve derin yapının gizlerinde yeniden biçimlendiriyor.
Devrim Horlu- Gölgeler Çürürken- Varlık Yayınları – Ekim 2017

Fatih Akça  / Sican İstasyonu 96 ( Temmuz - Ağustos 2018)